19 Mart 2008 Çarşamba

KİMİN ÜRÜNÜ? ORGANİK TOHUM SERTİFİKASYONU POLİTİKASI

Orijinal Ingilizce için http://www.grain.org/nfg/?id=543
Çevirmen: Halit Elçi
GRAIN

Organik tarımın gerisinde, çevre ve sağlığın merkezi önemde olması ve çiftçilerin emeklerinin karşılığını alabilmeleri görüşü yatar. Fakat organik tarım aynı zamanda -sertifikasyon gibi- pazarlama araçlarıyla ciddi bir ticari iş alanı haline geliyor ve giderek daha fazla alana yayılıp etkisini arttırıyor. Dünya çapında 30 milyon hektarın üzerindeki sertifikalı organik tarım arazisi, şimdiden küresel pazar için 30 milyar avro değerinde ürün üretiyor. Bu piyasa, klasik gıda ürünleri küresel piyasasından çok daha hızlı büyüyor. Sertifikalı organik gıdaların ana pazarı hala çok büyük ölçüde Kuzeydir; ancak ihracata yönelik organik üretim Güneyde sürekli biçimde artış gösteriyor. Aynı zamanda Güneyde, sıradan çiftçilere yönelik yerel organik gıda ve çiftçilik sistemleri geliştirmek için yeni stratejiler oluşturuluyor; ki bunların çoğu sertifikasyona ticari yaklaşımı reddediyor.

Sertifikalı organik ürünler nelerdir?

Sertifikalı organik ürünler, ayrıntılı ve hassas teknik standartlara uygun olarak üretilmiş, depolanmış, işlenmiş, paketlenmiş, pazara sürülmüş ve bir sertifikasyon yetkili kurumu tarafından “organik” olarak belgelendirilmiş ürünlerdir. Bir ürün ancak bir sertifikasyon kurumunca organik standartlara uygunluğu onaylanınca, o şekilde etiketlenebilir.Gıda ticaretine ve perakende piyasalarına hakim olan çok-uluslu büyük şirketler, son onyıl boyunca büyümesini sürdüren organik gıda ürünleri piyasalarına bakışlarını değiştirdiler. Onlar artık bu piyasaları ortadan kaldırılması gereken tehlikeler değil, fethedilmesi gereken büyüyen pazarlar olarak görüyorlar. Tohum şirketleri bile konuya yaklaşımlarını değiştirmeye başladı. Son yıllarda tohum sanayisinden koro halinde yükselen sesler şöyle özetlenebilecek bir pazarlık önerisinde bulunuyor: “Eğer siz organik çiftçilerin bizim tohumlarımızı kullanmasını zorunlu kılarak bize bir pazar garantisi verirseniz, size organik tohumlar sağlarız.” Bu, potansiyel olarak tehlikeli sonuçlar yaratabilecek, ama organik hareketi içinde kimilerini sağlayacağı yararlarla ikna edebilecek tartışmalı bir öneridir. Sayıları giderek artan birçok hükümet de tohum sanayisinin önerisini destekliyor. Öte yandan başka hükümetler ise bu pazarlığı, organik tarımı şirketlerin kontrolü altına sokacak ve küçük çiftçilerin ve tüketicilerin çoğunluğunun çıkarlarına aykırı düşürecek bir tuzak olarak değerlendiriyor.

2003 yılında, organik tohumlar üzerine bir konferansa Organik Tarım Hareketleri Uluslararası Federasyonu (IFOAM) ve Uluslararası Tohum Federasyonu (ISF) tarafından ortak olarak ev sahipliği yapılacağı haberleri gelince, organik tarım hareketi ile uluslararası tohum sanayisi arasındaki yakınlaşma birdenbire iyice görünür hale geldi. Dünya çapında organik hareketinin şemsiye örgütü ile gen [teknolojisi] devlerinin merkezi lobicilik ajansı arasında nasıl bir ortak zemin olabileceğini anlamak zordu. Fakat konferansın amacının tanımlanışı, konuyu çok açık hale getiriyordu: “Sertifikalı organik tarımda organik olarak üretilmiş tohum kullanımının zorunlu tutulmasına ilişkin hem Avrupa’da hem de ABD’de kabul edilen son düzenlemeler, yerel çeşitlerin (variety) tohumlarını ertesi yıllara saklayan ve değiş-tokuş eden küçük çiftçiler ile süpermarket kanallarının taleplerine uyumlu modern çeşitlerin tohumlarını satın alan ticari çiftçiler için farklı anlamlar ifade ediyor. Bu yeni durum, organik tarımın gelişmesini kolaylaştırmak için daha iyi bir kavrayışı ve daha fazla işbirliğini gerekli kılıyor.” Toplantı, açıkça yeni kurallara uygun tohumların nasıl üretileceği konusunu tartışmaya yönelikti; bu kurallarınorganik tarımın yararına olup olmadığı sorunu ise neredeyse hiç gündeme getirilmedi. Bu konferans raporunun ekindeki tablo, yasal düzenlemelerin tohum şirketleri ile tüm dünyadaki organik çiftçileri nasıl bir evliliğe zorladığını net biçimde ortaya koyuyor. Basitçe bu gelişmenin çeşitli yerel tohumları kullanan küçük çiftçiler ile organik monokültürler yetiştiren büyük çiftçiler için “farklı anlamlar”a sahip olacağını söylemek, sorunu olağanüstü hafife almak demektir. Sertifikalı organik tohumlar için yapılan bu zorlama, çiftçi temelli tohum sistemlerinin organik pazarlara erişimini kolayca önleyebilir ve organik çiftçilik için gereken tohum arzını, organik tohumları yeni bir “yüksek değerli” pazar fırsatı olarak gören geleneksel ve transgenik tohum işinden [ticaretinden] gelen bir avuç büyük şirketin ellerine bırakabilir. Tohum fiyatlarının yükseleceği kesindir; tıpkı genetik çeşitliliğin daralmasının kesin olduğu gibi. Çünkü bu tohum şirketleri çabalarını hibritlerin ve diğer tek-tip çeşitlerin geliştirilmesi üzerinde yoğunlaştırıyor. Herşeyin ötesinde bu, organik tarımı sanayileşmiş ihracat yönelimli çiftçilik yoluna daha da fazla sokacaktır; küçük ölçekli çiftçilerin katılımını ise zorlaştıracaktır.

Şirketler tarafından tezgahlanan bu tür tohum sertifikasyon oyunlarına kanmak yerine, organik tarım hareketi, çiftçilerin elindeki yerel olarak geliştirilmiş ve biyo-çeşitli tohumların kullanımını ön-alıcı biçimde teşvik etmelidir. Dünyadaki organik gıdanın çoğunluğu küçük ölçekli çiftçiler tarafından üretiliyor ve gıda ürünlerinin çoğunluğu organik olarak belgelendirilmiş (sertifikalı) değildir. Milyonlarca çiftçi, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) tanımlamasıyla “sertifikalı olmayan organik tarım”ı uyguluyor; bu tarz tarım, yerel tohum geliştirme ve değiş-tokuş sistemleri yoluyla sürdürülen muazzam tohum çeşitliliği zenginliğine, geleneksel bilgiye ve kırsal toplulukların etkin katılımına dayanıyor. Bu sistemler yalnızca bir milyarın üzerinde insanın gıdasının çoğunluğunu üretmiyor; onlar aynı zamanda çoğu kez daha verimli ve sürdürülebilir sistemlerdir.

Bu yazıda, organik tohumla ilgili yasal mevzuatta ne gibi değişiklikler olduğuna, mevzuatın şimdiden organik tarımcılığı nasıl etkilediğine ve zarar gören çiftçiler ve örgütlerin bazılarının konu hakkında neler söylediğine bakacağız.

Yasaların uzun kolu

Avrupa, sertifikalı organik tohumda uyulması zorunlu koşullar konusunda diğer herkesten öndedir. Organik gıdanın en büyük ithalatçısı olarak Avrupa, diğer birçokları için standartlar oluşturuyor. Avrupa Birliği’nin organik üretime ilişkin 1991’deki ilk Konsey Yönetmeliği, 2001 itibariyle organik üretimde organik tohumların kullanımını zorunlu kıldı. Bunu izleyen 1999 tarihli bir Konsey Yönetmeliği, zorunluluğu uygulama tarihini 2004’e erteledi; fakat aynı zamanda organik tohumlar üzerindeki benzer hükümler hem Uluslararası Gıda Standartları Komisyonu hem de IFOAM’ın organik standartlarıyla bütünleştirildi. Bu ise, organik üretimde organik tohum kullanımı koşulunun pratikte tüm ulusal, bölgesel ve özel sertifikasyon standartlarında yaygın olarak yer almasını sağladı.

Genel olarak bu çeşitli standartlarda organik tohumlara ilişkin ifadeler oldukça benzerdir. Bunların tümü sertifikalı organik tohumları zorunlu tutar; ancak çoğu, -çiftçilerin bu tür organik tohumlara ulaşılamadığını gösterebildikleri durumlar için- istisna olarak adlandırılan muafiyetler tanır. Tipik olarak mevzuat, “ulaşılabilir” olmayı neyin oluşturduğu konusunda pek az kesinlik sağlar ve yasal düzenlemeleri denetleyen sertifikasyon kurumlarına çok fazla takdir yetkisi verir. Fakat tohum sanayisinin ağır lobi faaliyetinin sonucu olarak bu muafiyetler daraltılmaya başlıyor; ve Avrupa bir kez daha öncülüğü elinde tutuyor.

2003 yılında, organik tohumlar üzerindeki muafiyetin süresini uzatan bir başka yönetmelikyoluyla, Avrupa Komisyonu, tüm üye ülkelere, ticari olarak ulaşılabilir organik tohumların tescili için bilgisayara dayalı veritabanları kurulması zorunluluğunu getirdi. Bu veritabanları, çiftçiler bir istisna yapılmasını istedikleri zaman referans olarak hizmet verecek. Bugün organik sertifikalı üretimde sertifikasız bir çeşidi kullanmaya izin verilebilmesi için, çiftçinin ekmek istediğine benzer herhangi bir çeşide veritabanında ulaşılamadığını göstermesi zorunludur. Ayrıca, eğer bir AB hükümeti, veritabanındaki belirli türlere ait tohum çeşitlerinin ve miktarlarının ülkesinde organik tarımcılığı beslemeye yeterli olduğuna karar verirse, o hükümet bu türler için tüm istisnaları kaldırabilir ve organik tarımcıların yalnızca veritabanında listelenen çeşitleri kullanmasını zorunlu kılabilir. Örneğin Hollanda 2004’te buğday, yulaf, arpa, çavdar ve patates için istisnaları kaldırdı. 2005’te Belçika 9 sebze türü için istisnaları kaldırdı. Fransa’da Tarım Bakanlığı 8 tarımsal ürün ve 10 sebze için özel bir izleme sistemi kurdu; bunun için veritabanına başvuran organik çiftçiler, eğer bir başka çeşidi kullanırlarsa “özel olarak kontrol edilebilecekleri” yönünde uyarılıyorlar. 2007’nin başlarında Fransız hükümeti mısıra ilişkin tüm istisnaları kaldırdı. Uygulamaya ilişkin kurallar yıldan yıla daha da sıkılaştırıldı ve öyle görünüyor ki AB’deki organik tarımcılar çok kısa süre sonra yalnızca tohum şirketlerinin sunduğu sınırlı sayıdaki organik çeşitler arasından seçim yapabilecek.

ABD’deki yasal durum Avrupa’daki kadar mesafe almış değildir. Bazı kaynaklara göre, şu anda ABD’deki organik tarım arazisinin yalnızca yüzde 8’inde sertifikalı organik tohum ekilidir ve bu konudaki ulusal mevzuat hala oluşum halindedir. Ancak Avrupa’yla aynı yönde değişiklikler hızla gerçekleşiyor; bu konuda organik tohum sertifika vericileri (certifier) ve çok-uluslu tohum sanayisi başı çekiyor. ABD’deki büyük bir organik sertifika verici olan Kaliforniya Sertifikalı Organik Tarımcılar (CCOF) diyor ki, “ABD Tarım Bakanlığı’nın Ulusal Organik Programı’na göre, organik tarımcılar -ulaşılabilir olduğu her zaman- organik tohumlar ve organik ekim malzemesi kullanmalıdır” ve denetleyicileri geldiğinde hazır olmalıdırlar: “Eğer organik olmayan tohum kullanıyorsanız, organik tohum araştırmanıza dair bir günlük tutun. Tohum tedarikçilerine ilettiğiniz talepleri kaydedin (tarih, tedarikçi, sonuç) ve tohum kataloglarında veya web sitelerinde yaptığınız aramaları kaydedin.”

Hangi ürünlere ABD organik tarımında izin verileceğine karar veren örgüt olan Organik Materyal İnceleme Enstitüsü (OMRI), tohum şirketlerinin elinde -satış için- bulunan sertifikalı organik çeşitleri listeleyen merkezi bir veritabanı geliştirdi. Eğer Avrupa’daki deneyim bizim için bir şey ifade ediyorsa… bu veritabanındaki çeşitlerin kullanımı çok fazla sürmeden organik çiftçiler için zorunlu hale getirilecektir.

Dünyanın geri kalanı için standartlar belirlemek

Organik ürün ithali için en büyük pazarları oluşturan AB ve ABD, sınırlarının ötesindeki sertifikasyon standartlarının oluşturulması konusunda çok büyük ölçüde baskı uyguluyorlar. Pek çok sertifikalı organik ürün Güneyden Kuzeye yolculuk ediyor ve bu nedenle onların bu büyük piyasalarda geçerli olan standartlara uyması gerekiyor. Genel olarak üretim standartları, ithalci ülkeler tarafından onaylanan özel üçüncü-taraf sertifika vericilerce uygulanıyor ve giderek artan bir sıklıkla, hükümetler ve hatta büyük perakendeciler kendi görevlilerini önceden bildirilmeyen ani ziyaretler için Güneydeki organik çiftliklere gönderiyor. Tohumların AB’nin organik standartlarında en önemli yeri işgal etmesi nedeniyle, tohum konusu kaçınılmaz olarak Güneyde faaliyet gösteren temel sertifikasyon kurumlarının gündeminde üst sıralara çıkıyor.

Dünyanın en büyük uluslararası özel sertifika vericilerinden biri olan ve AB dışında 80’den fazla ülkede denetlemeler ve sertifikasyon gerçekleştiren Ecocert, AB’ye erişim olanağı arayan organik üreticilere şunu söylüyor: “Tohumlar konusundaki AB yönetmelikleri, organik tohum piyasalarının kuruluşunu desteklemek anlamına gelir. İthalat izni verilmesi sırasında AT dışındaki ülkelerde bu kuralın uygulanışı gözetilecektir… Yukarıda belirtilen yönetmeliğe istisnalar ancak belirli koşullar altında tanınabilir. Eğer yetiştiriciler istenen çeşidin organik tohumlarını elde edemiyorlarsa, sertifikasyon kurumuna bunlara ulaşma imkanının olmadığına dair yeterli kanıt sunulmalıdır.”

ABD’de, en büyük organik sertifika verici kurum olan ve Latin Amerika ve Çin’den ABD’ye organik ithali için temel sertifika verici konumunda bulunan OCIA, üreticilerin kullandıkları tohumların çeşit adlarının ayrıntılarını veren bir formu doldurmalarını şart koşuyor; organik olmayan tohum kullanıldığı durumlarda çiftçiler her halükarda “organik tohumun kaynağını ortaya çıkarmak üzere en az iki kaynağa başvurma girişimlerinin kayıtlarına sahip olmalıdırlar.”

Büyük ithalatçı ülkelerdeki mevzuat ve sertifika vericilerden gelen baskılar, Güneyin ihracatçı ülkelerinden bazılarında şimdiden ulusal mevzuat ve standartlarda uyum sağlayıcı değişikliklere neden oluyor. Bunlar çoğu kez, çiftçiler için seçenekleri daraltarak, bunun yerel bağlamda ne kadar saçma olabileceğini önemsemeden, talep edilenin ötesine gidiyorlar. Tunus’un ulusal standardı, çiftçilerin sertifikasız organik tohum kullanmasına, yalnızca onların uygun çeşide ulusal ve uluslararası tohum piyasalarında ulaşılamadığını kanıtlayabildikleri zaman izin veriyor. Buna ek olarak, Tunus standardının en son versiyonu gereğince, tüm istisnaların süresi 2007’nin sonunda dolacak! Filipinler’in standardı, sertifikasyon kurumlarına istisnaların ne zaman sona ereceğine dair zaman çizelgesi belirleme çağrısında bulunuyor. Bolivya’nın 2002 ulusal standardı, 1999 AB Konsey yönetmeliğiyle uyumlu olarak istisnaların 2003’ten sonra geçersiz olacağını bildiren bir zaman çizelgesi belirliyor. Çin ve Arjantin henüz istisnalara kapıyı kapatmadı; fakat onların standartları çiftçilerin tohumlarının kaynağını kanıtlamasını istiyor.

Tayland’daki GreenNet’ten Vitoon Panyakul, problemin organik standartları “yasallaştırma” yönündeki büyük hareketten kaynaklandığını söylüyor. Panyaki, bu hareketin hükümetlere “organik”i tanımlama yetkisi verdiğini söylüyor ve bunun da pratikte şu anlama geldiğini belirtiyor: “’Organik’ sözcüğü, tarım sanayicilerinin standartları kendi istedikleri şekilde değiştirmek için çok daha kolay lobicilik yapabilecekleri ABD Tarım Bakanlığı, AB Komisyonu ve Japonya Tarım Bakanlığı tarafından tanımlanıyor.” Gerçekten, hükümetlerin organik tohumlara yaklaşımına bakıldığında, tohum sanayisinin önerdikleriyle organik sertifikasyon standartlarının koşullarının ne kadar üst üste düştüğünü görmemek imkansız: Az sayıda uzmanlaşmış tohum sağlayıcı şirketle işleyen sıkı biçimde düzenlenmiş bir sistem; tüm organik çiftçiler tohumlarını bu şirketlerden sağlamak zorundadır. Panyakul, “Thailer’in standartların gönüllülük temelinde tutulması için dişiyle tırnağıyla savaşacak olmasının” bir nedeninin de bu olduğunu söylüyor.

Tohum yasaları: Genel manzara

Bu organik sertifikasyon standartlarının yaratacağı tüm sonuçlar, çiftçilerin tohumlar üzerindeki tasarrufunu kısıtlayan yasal düzenlemeler ve diğer mekanizmalar paketinin her yana yayılması bağlamında bakıldığı zaman, apaçık hale gelir. Örneğin Avrupa’da, mevcut tohum yasalarına göre tescilli olmayan çeşitlerden gelen tohumları değiş-tokuş etmek veya satmak yasadışıdır. Bu nedenle çiftçilerin tohumları yeraltına inmek, tehlikeli bir yasadışı varlığa dönüşmek durumundadır. Gerçi hükümetler kuralların nasıl uygulanacağı konusunda farklılık gösteriyor ve gruplar çiftçilerin çeşitleri için kataloglarda biraz yer açmaya gayret ediyor ama bu noktada yasalar bu tür tohumların ulusal organik tohum veritabanlarına girmesine izin vermiyor. Buna, Avrupalı çiftçilerin ancak sertifikalı tohumları kullandıkları takdirde para yardımı alabilecekleri; organik veritabanlarında ulaşılabilir olan çeşitlerin birçoğunun, onlar ya hibrit olduğu ya da bitki yetiştiricileri hakları ile bağlı olduğu için, çiftçi katılımını imkansız kılması gibi sorunlar eklenebilir.

Avrupa tipi tohum yasaları, artık Güneydeki ülkeler arasında tamamen norm olma yolundadır. Afrika’da durum oldukça ciddidir. Bu kıtada, çoğu kez Kuzeyliler tarafından finanse edilen bölgesel girişimlerin etkisi altındaki birçok hükümet, halen kıtanın tohum ihtiyacının büyük bölümünü karşılayan çiftçi tohumları için ne gibi sonuçlar doğuracağını dikkate almadan, AB tipi yasaları dayatma süreci içindedir. Tunus AB tarzı bir tohum yasasını 1999’dan beri uyguluyor; bu yasa, yalnızca resmi katalogda tescilli olan çeşitleri pazara sürebileceğinizi söylüyor ve bütünüyle çiftçi tohumlarının aleyhine olan ölçütleri kullanıyor. Hindistan’da, onay bekleyen yeni tohum yasası, çiftçileri tek-tiplilik ve saflık standartlarını karşılamayan tohumları satmaktan men ediyor ve tohumlarını bir “marka” adıyla satmalarını engelliyor. Bolivya’nın yeni tohum yasası resmi katalogda kayıtlı olmayan tohumların satışını veya değiş-tokuşunu yasaklıyor; aslında o, çiftçilerin çeşitlerinin satışını ve değiş-tokuşunu yasaklıyor. Bu tür tohum yasaları, uygulanmakta olan organik standartlarla birlikte, aslında, çiftçi tohumlarıyla sertifikalı organik üretim yapmanın tüm yasal zeminlerini ortadan kaldırıyor.

Organik AŞ

Bu yasal zorluklar organik gıda zincirinde şirketlerin varlığının büyümesi bağlamında değerlendirildiğinde, tablo daha da karanlık hale geliyor. Yıllık küresel organik gıda ve içecek pazarı yaklaşık 30 milyar avro hacmindedir ve uluslararası büyüme oranları yıllık yüzde 15 ile yüzde 22 arasında değişiyor; buna karşılık genel gıda ve içecek pazarının büyüme oranları yıllık yüzde 2 ile yüzde 6 arasındadır. Şu veya bu biçimde gıda işiyle uğraşan büyük şirketlerin hepsinin bir gözü organik gıdalar üzerindedir. ABD’de 4000, dünyanın geri kalanında 2200’ün üzerinde mağazası bulunan küresel süpermarket devi Wal-Mart son zamanlarda organiklere yöneldi. İngiltere’nin iki önde gelen süpermarket zinciri olan Tesco ve Sainsburys’in her biri şimdiden ülkedeki organik pazarının yaklaşık yüzde 30’una sahip. Bu şirketler kendi satın alma ve dağıtım ağlarını kurdular; nerede olursa olsun bütün çiftliklere ulaşıyorlar ve bu şekilde organik üretimi etkileri altına alıyorlar. Ve bu çiftlikler çoğunlukla Güneydedir: İngiltere’de satılan organik meyve ve sebzelerin tam yüzde 83’ü gelişmekte olan ülkelerden ithal ediliyor. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ile Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) ortak kuruluşu Uluslararası Ticaret Merkezi’nin (ITC) ifadesiyle, “ürünlerine ilişkin beklentilerindeki ve satın alma güçlerindeki giderek artan zorluklar ve sıkıntılar, onları -pazarasürecekleri ürünler için- neredeyse tümüyle endüstriyel gıda üretimi yöntemlerine yöneltebiliyor.”

Büyük tedarikçiler, müşterileri olan perakende zincirleriyle askeri nizamda uygun adım yürüyor. Pepsi, Danone, ConAgra ve Tyson gibi gıda şirketleri, -süpermarketlere ürün tedarik etmek için- daha küçük organik gıda şirketlerini ele geçiriyor veya kendi organik üretim işletmelerini geliştiriyorlar. Bu şirketlerin çoğu üretimlerini Güneyde sözleşmeli yetiştirme projeleri (contract growing schemes) yoluyla gerçekleştiriyor. Örneğin, ABD’deki en büyük dondurulmuş brokoli tedarikçisi MarBran, son zamanlarda Guatemala’da bir sözleşmeli yetiştirme projesi uyguluyor.

Büyük perakendeciler sık sık, onların tedarikçilerinin kendi üreticilerine -organik olsun ya da olmasın- EurepGap standartlarını uyguladıklarını belirtiyorlar. Yakın zamanlarda GlobalGap adını alan EurepGap, dünya çapında tarımsal ürün sertifikasyonu için gönüllülüğe dayalı standartlar oluşturan bir özel sektör kuruluşudur. Organik üretimle ilgili tohumlar konusunun öneminden dolayı EurepGap bir tohum standardı oluşturdu; bu standart, çiftçilerin “YBÇKB (Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliği) ölçütlerini karşılayan” çeşitleri kullanıp kullanmadığını değerlendirmek ve “yetiştirilen çeşitlerin yerel mevzuata uygun ve fikri mülkiyet haklarıyla uyumlu olarak elde edildiğini kanıtlayan, istek üzerine ulaşılabilecek olan yazılı belgelerin bulunduğunu” teyit edecek olan sertifika vericilerin varlığını şart koşuyor. EuropGap standardı aynı zamanda, çiftçinin, “tohum kalitesini garanti eden ve çeşit saflığını, çeşit adını, parti (batch) numarasını ve tohum satıcısını belirten bir belge”yi saklamasını ve ulaşılabilir halde tutmasını gerektiriyor. EuropGap, dünyanın her yerindeki iyi tarımsal uygulama için pratik bir rehber olarak hizmet ettiğini ileri sürüyorsa da, tohum kullanımı konusunda, daha çok tohum sanayisinin bir lobi kuruluşu olarak işlev görüyor.

Gen devleri ilerliyor

Organik tohumlar da, organik sanayisini ve genel olarak gıda sistemini etkileyen şirket birleşmeleri furyasından muaf değildir. Gerçekte, görece büyük tohum şirketlerinin bazıları şimdiden organik tohumları geliştirmeye ve pazara sunmaya başladılar. Avrupa veritabanlarındaki organik tohumları pazara sunan küresel “en büyük 10” tohum şirketi arasında şunlar bulunuyor: Yan kuruluşu Pioneer eliyle organik mısır tohumu sunan Dupont; yan kuruluşları Advanta Seeds ve Nickersons eliyle bütün bir dizi ürünü sunan Fransız tohum devi Limagrain; organik mısır ve şekerpancarı sunan Alman KWS. Başka şirketler ise daha küçük organik tohum şirketlerini kendine katarak satın alma yoluyla sektöre giriyor; Alman organik tohum şirketi Hild’i satın alan Bayer ve ABD’deki ilk organik tohum şirketlerinden biri olan Seeds of Change’i ele geçiren M&M Mars gibi. Organik tohumlardaki kâr fırsatları büyürken bu eğilim de güçlenecektir.

Avrupa’da satılan organik tohumların bir çoğunun kaynağı, ürün listesine organikleri ekleyen az sayıdaki büyük Hollanda şirketidir. Onlar pek çok ülkede istasyonlara ve yan kuruluşlara sahiptir ve böylece bütün bir yıl boyunca tohum üretebiliyorlar. Sözgelimi Enza Çin, Tanzanya ve Meksika dahil 14 ülkedeki yan şirketleriyle büyük bir çok-uluslu tohum şirketidir. Organik sebze tohumlarının üretiminde, onun yan şirketi olan Vitalis eliyle iş yapar. İki büyük tohum şirketi Bejo ve Rijk Zwaan’ın her biri düzinelerce ülkede operasyonlar yapar; bunlar şimdi aynı zamanda piyasaya organik tohum sunuyor.

Birçok küçük tohum ticarethanesi pazara organik tohum sürüyor olsa da, Avrupa’daki sertifikalı organik tohum üretimi şimdiden birkaç büyük şirketin elinde toplanmıştır. Örneğin ulaşılabilir organik çeşitler için Hollanda veritabanına bakan biri, tekrar tekrar aynı isimlere rastlar. Her ürün tipik biçimde iki veya üç şirketin hakimiyetindedir (bkz. aşağıdaki tablo).

Hollanda pazarındaki sertifikalı organik tohumlar, seçilmiş ürünler: Pazara birkaç şirket hakim...Ürün (toplam çeşit sayısı), en büyük şirketler (çeşit sayısı), toplamın %'si:

Karnabahar (11), Vitalis (9), % 82Hıyar (42), Vitalis (13), Rijk Zwaan (10), Hild (8), % 74
Mısır (12), Ekova (4), Limagrain (3), Pioneer (2), % 75
Tatlı biber (32), Vitalis (24), % 75
Kıvırcık salata (151), Vitalis (66), Rijk Zwaan (39), % 70
Beyaz lahana (49), Bejo (21), Bingerheimer (13), % 70
Ispanak (21), Vitalis (4), Bejo (3), Bingerheimer (3), % 83
Domates (71), Vitalis (29), De Ruiter (14), Rijk Zwaan(6), % 69

Kaynak: www.biodatabase.nl

Tohumların ve organik ürünlerin bütünleşmesi dünyanın diğer yerlerinde de gerçekleşiyor. Çin’de ülkenin en büyük “Yeşil Gıda” ve organik ürünler şirketi olan Çin Ulusal Yeşil Gıda Sanayi Şirketi, Çin Ulusal Tohum Şirketi’nin yan kuruluşudur. Bu demektir ki, ülkenin en büyük tohum şirketi, organik üretimde kullanılan tohumlara ilişkin Çin’in standartlarına uygunluğu gözetimle yükümlüdür. Benzer bir durum Hindistan’da görülüyor. Ülkenin önde gelen tohum şirketlerinden biri olan Namdhari Seeds, bugün organik gıdaların başlıca üreticilerinden ve perakendecilerinden biridir. Bir diğer büyük Hindistan tohum şirketi JK Agri Genetics -büyük bir şirketler grubu olan JK Topluluğu’nun bir parçası- Aralık 2006’da kendi organik gıdalar bölümünü oluşturdu. Bu şirket şimdi 200-300 sözleşmeli organik yetiştiriciden oluşan bir ağ kuruyor.

Temellere geri dönüş

Organik çiftçilerin çoğu, organik tohumların kullanımının tercih edilir olduğu konusunda anlaşır ve bu nedenle tohum sistemlerinin geliştirilmesini açıkça destekler. Fakat organiklerin güvenilirliğini korumanın bir yolu olarak tohumları belgelendirmek (certifying), onları bir pazar yaratmanın ve organik tohumları tohum şirketleri için kârlı hale getirmenin bir yolu olarak belgelendirmekten bütünüyle farklıdır.

Onyıllardır çiftçilerle birlikte tohum çeşitliliği üzerine çalışan Kolombiya’daki “Grupo Semillas”dan German Velez şu açık sonuca ulaşıyor: “İster geleneksel ister transgenik tohumlar için olsun, tohum sertifikasyonunun her biçiminin yanlış ve zararlı olduğunu düşünüyoruz. Bu işlem çoğu kez, bir avuç tohum şirketinin yalnızca tohum zincirini değil, onlarla birlikte gelen teknolojileri de kontrol etmesine izin veren fikri mülkiyet hakları sistemiyle ilişkilendirilir. Organik tohumların sertifikasyonu da aynı şekilde kabul edilemezdir; çünkü o, sertifika vericilerin ve tohum şirketlerinin uyguladığı kontrol yoluyla küçük çiftçilerin organik tarımdan dışlanmasının ve üzerlerinde egemenlik kurulmasının bir aracıdır. Bu bağlamda, resmi sertifikasyon sistemleriyle bağı koparmayı ve üreticiler ile tüketiciler arasında doğrudan, dürüst bağlantılar kurmayı hedefleyen girişimler ortaya çıktı. Bu alternatiflerin çoğu henüz pek göze çarpmıyor olsa da, onlar çoğalıyorlar ve yerli tohumların ve tarım bilgisinin değiş-tokuş edildiği yerel değiş-tokuş sistemleri ve pazarları olan tohum festivalleriyle daha da güçleniyorlar.

Kosta Rika organik tarım hareketinden Eva Carazo da benzer bir sonuç çıkarıyor: “Biz organik tarımı tarımsal-ekoloji olarak anlıyoruz ve bu mantıkla, doğrudan doğruya yerel ve yerli (özgün) tohumları savunma üzerinde odaklanıyoruz. Kosta Rika’daki mevzuat, ulaşılabilir oldukları takdirde, sertifikalı organik tohumların kullanımını zorunlu tutuyor. Bizim avantajımız şu ki, bu tohumlar henüz ulaşılabilir durumda değiller; bu nedenle organik üretim genel olarak hala yerel tohumlara dayanıyor.” Chito Medina, Filipinler’deki alternatif “Masipag çiftçi garanti sistemi”ni geliştirme işine katılıyor. Masipag, çiftçilerin kendi standartları temelinde ürünlerine kalite kontrolü uyguladıkları bir tür grup sertifikasyon sistemidir ve yerel gıda güvenliği sorununa çözüm getirmeye odaklıdır. Masipag, yerel tohum üretimini destekleme ve geliştirmeye ilişkin onlarca yıllık bir deneyime sahiptir ve aynı zamanda organik üretime katılır. Filipinler hükümeti yakın zamanlarda organik standartlara ilişkin yasal düzenlemeleri onayladı; fakat Medina, bunun Masipag gibi çiftçilerin başını çektiği girişimleri destekleyip desteklemeyeceğinden kuşku duyuyor: “Hükümet milyonlarca çiftçiyi göremiyor; onlar yalnızca kendisini gösteren şirketleri, büyük ve sesi çok çıkan üreticileri görüyor. Bu durumda, hükümetin modeli, aslında bir şirket yaklaşımıdır.

Büyük çiftçiler ve sertifika vericiler ile biyo-çeşitliliği ve küçük çiftçileri savunan ve giderek sesini yükselten grubun ikili çıkarlarını bir arada -ama gerilimsiz değil- temsil eden IFOAM bile, piyasa yönelimli sertifikasyon düzenleri yerine, çiftçiler ve tüketiciler arasında güvenli ilişkiler kurulması yönünde işlev gören yerel sistemleri destekleyecek programlara sahiptir. Bununla paralel olarak, IFOAM çeşitli mitingleri mali olarak destekledi ve “katılımcı garanti sistemleri” konusunda özel bir çalışma grubu kurdu; sözkonusu sistemler organik standartlara bir alternatif oluşturuyor ve IFOAM’ın üye örgütlerinin çoğu tarafından aktif biçimde takip ediliyor.

Organik tohumlar çiftçilerin ellerinde olmalıdır

Günümüzde takip edilen, tohumları organik sertifikasyon cenderesine sokma yolu, organiklerin ticari yönleri onun daha köklü hedeflerine baskın olmaya başlayınca işlerin nasıl kötüleşebileceğini gösteriyor. Esas olarak sertifikasyon, çiftçileri, onlara organik tohumları sağlamaları için tohum şirketlerine para ödemeye zorlamanın bir aracı olarak kullanılıyor; bunun altında, tohum şirketlerinin bu parayı iyi organik çeşitlere tahvil edeceği varsayımı yatıyor. Fakat organik hareketindeki sayısız örnek gösteriyor ki; çiftçiler, özel sektör veya resmi sertifikasyon olmasızın, kendi tohum ihtiyaçlarını kolektif olarak gözetme konusunda oldukça yeteneklidirler. Ekolojik tarımcılık ilkeleri temelinde “yeni tarım hareketi”ni yürüten Bangladeşli STK (sivil toplum kuruluşu) UBINIG örneğini ele alalım. Onun kurucularından Farida Akhtar’a göre, UBINIG ülke çapında yaklaşık 100.000 çiftçi ailesini içeriyor. Bu çabayı sürdürmek için birçok “topluluk tohum zenginliği merkezleri” kuruldu; bunlar düzinelerce farklı ürünün yüzlerce farklı çeşidinin tohumlarıyla ağa hizmet veriyor. Fakat bu merkezler, parçası oldukları tohumağının yalnızca göze çarpan küçük bir bölümüdür. Ülkenin çok farklı parçalarındaki yüzlerce topluluk her mevsim bu tohumları kullanıyor ve onları kendi çiftliklerinde saklıyor. Köylüler, herhangi bir anda binlerce farklı tohum çeşidinin yetiştirilmesini ve bir yerlerde canlı tutulmasını garantileyecek şekilde gelişkin bir değiş-tokuş ve gözetim ağını yürütüyor. Sertifikaya hiç gerek yok.

Mesipag’ın halk topluluklarına dayanan yaklaşık 500 örgütten oluşan ağı, bir “Çiftçi-Biliminsanı Ortaklığı”na öncülük etti; böylece çiftçiler bir grup tarımbilimcinin yardımıyla kendi pirinç çeşitlerini üretmeye başladılar. Kimyasal maddesiz tarım ve bunun ülke çapında yayılması yönelimiyle onlar, geniş bir Masipag çeşitleri yelpazesi yarattılar; onların çoğu resmi bitki yetiştirme kurumlarınca üretilenlerden daha üstün niteliklidir. Bu çeşitler merkezileştirilmiyor ve yerel düzeyde değiş-tokuş ediliyor. Çiftçiler hangi ürünlerin kendilerine uygun olduğunu biliyor ve tüketiciler Masipag’ın neyi temsil ettiğini biliyor. Masipag çiftçilerine sertifikalı organik pirinç çeşitleri sağlayacak yetiştirme/geliştirme kurumlarına hiç gerek yok.Kuzeydoğu Brezilya’da ASPTA ve diğer STK’lar, yerel olarak üretilmiş ve intibak etmiş tohumlara ulaşmayı ve böylece tohum şirketlerinin sunduğu çeşitlere bağımlılıktan kaçınmayı sağlamak üzere, çiftçilere bir topluluk tohum bankaları ağı kurmaları için yardım etti. Doğu Afrika’da, Etiyopya Organik Tohum Hareketi (EOSA), çiftçiler tarafından geliştirilen iyi kaliteli tohumların çeşitliliğini ve ulaşılırlığını güvence altına almak amacıyla yerel tohum değiş-tokuş ağı yaratmak üzere çiftçilerle birlikte çalışıyor. Fransa’da, Réseau Semences Paysannes, canlı bir tohum ağını yaşatan ve yerel tohum seçme (seleksiyon) ve geliştirme yeteneğini organize eden, biyo-çeşitlilikle ilgili köylü-çiftçiler ve örgütlerden oluşan bir ağdır. Benzer ağlar İspanya’da, İtalya’da ve Avrupa’nın diğer kısımlarında da vardır.Çiftçiler düzeyinde iyi ve çeşitli tohumlara ulaşılmasını sağlayan bu tür yaklaşımların, ağların ve sistemlerin birikmiş deneyimi etkileyicidir. Tohum şirketleri elbette buna katılabilir; fakat çiftçilerin, büyük tohum şirketlerine kârlı gelen organik tohumlara yatırım yapılması için kendi tohum sistemlerini feda etmeleri, intihar anlamına gelir. Fakat bu, tam da organik standartların yapmak istediği şeydir. IFOAM eski başkanından yapılan alıntıda belirtildiği gibi sorun sadece organik tohum sertifikasyonunun çiftçilerin tohum sistemleri açısından düşük öncelikli olması değildir; o gerçekte çiftçilerin tam da varoluşlarına yönelik büyük bir tehdittir.

Eğer organikler küçük ölçekli çiftçiler ve yerel gıda sistemleri için anlamlı bir konsept olarak varlığını sürdürecekse, onun bu tür piyasa tuzaklarından kaçınması gerekir. Organik hareketinin organik tohum sertifikasyonu standartlarının dayatmalarına “dur” demesi için; şirket tohum sisteminden geri durması için; ve çeşitliliğin zenginliğini, her yerde filizlenen çiftçilerin yönettiği sistemleri sürdürme, geliştirme ve yaygınlaştırmada diğerleriyle birleşmek için, çok geç kalınmış değildir.“Bir çiftçi olarak benim temel çıkarım -inanıyorum ki bu görüşü çiftçilerin çoğuyla paylaşıyorum-, organik tarımcılığa iyi biçimde uyarlanmış tohumları ve çeşitleri elde etmededir. Bunlar eskiden kalma tohumlar da olabilir, yeni geliştirilmiş tohumlar da. Kabul etmeliyim ki, bu tohumların sertifikalı organik olup olmaması benim öncelik listemde ve aynı zamanda gıda ürünlerimi satın alan tüketicilerin önceliklerinde giderek alt sıralara düşüyor. Son zamanlardaki standartlar ve yasal düzenlemelerdeki değişikliklerin bu öncelikleri yansıttığından kuşkuluyum.” Gunnar Rundgren, IFOAM’ın eski başkanı.

Bask ülkesinde alternatif piyasalar oluşturma

Bask küçük çiftçiler örgütü ENHE, diğer sivil toplum gruplarıyla birlikte, bir bütünsel katılımcı sertifikasyon projesinin geliştirilmesine katılıyor. Bu proje yalnızca tarımsal-kimyasalların kullanılmaması anlaşmalarını değil, sosyo-ekonomik faktörleri (katılan çiftçiler için asgari bir gelir gibi) ve tüketicilerle yakın ilişkileri (proximity) de içeriyor. Girişimin dayandığı iki temel ilke, gıda bağımsızlığı ve tarımsal ekolojidir. Tohumlara gelince; başlangıç noktası, “projenin yerel ürünlerin ve çeşitlerin, ayrıca onlarla ilgili yerel tarımsal bilginin varlığının sürdürülmesini,yeniden üretimini ve iyileştirilmesini desteklemesidir.” Projeye katılan çiftçilerden biri olan Paul Nicholson, girişimi ve onun uğraşmayı hedeflediği konuları şöyle açıklıyor:“İki-üç yıl, ürettiğimiz gıdaların sertifikasyonu hakkında bir iç tartışma yürüttük. Üyelerimizin giderek artan bir bölümü, bölgesel hükümetten ve IFOAM’dan gelen mevcut sertifikasyon sistemlerini reddediyor. Temel sorun, bu sertifikasyon planlarının organik tarımın ihracat ve piyasa yönelimli türlerini savunuyor ve teşvik ediyor olması; buna karşılık bizim sürdürdüğümüz tarım türünü pek dikkate almamasıdır. Bizim bakışımıza göre, tek unsur çevresel sürdürülebilirlik değildir. Toplumsal faktörler, ekonomik faktörler ve yakın ilişkiler unsuru aynı derecede önemlidir. Bizler, çiftçi ve tüketici örgütlerini ve ağlarını içeren ve sürecin üretim, dağıtım ve tüketim yönlerini kapsayan alternatif sertifikasyon sistemleri üzerinde tartışmayürütüyoruz. Bunlar üretim, toplumsal koşullar (emek, fiyatlar, ücretler vb.) ve çevresel koşullara ilişkin modeller konusundaki geniş uzlaşımlara dayanıyor. Tüketiciler de, onlarla birlikte tanımladığımız parametreleri kabul ediyor ve onlara uyma taahhüdünde bulunuyor.

Bu zor bir iştir ve büyük bir risktir; çünkü biz esas olarak alternatif pazarlar yaratıyoruz. IFOAM içinde bu konu büyük bir tartışmaya yol açtı. Küçük çiftçiler artık sorunların altından kalkamıyor; bu nedenle piyasalara ve tüketicilere ilişkin farklı bir yaklaşıma ihtiyacımız var. IFOAM içinde, tarımsal ihracat modeline doğru çok güçlü ve etkisini arttıran bir yönelim var. Fakat bu ikiliği sürdürmek imkansızdır. Bir yanda ihracat modeli, diğer yanda yakın ilişkilere dayanan çiftçilik… açıkçası bunlar birbiriyle uyuşmuyor. Bunlar uzlaşmaz çelişki içindedir ve IFOAM bugün bir iç sorun ve tartışmayla karşı karşıyadır.”

Çeşitliliğin yok edilişi

Organik tarımcılığın ana ilkelerinden biri, tarımsal biyo-çeşitlilikten yararlanma ve onu sürdürmedir. İronik biçimde, organik tohum standartları yönündeki zorlama, çeşitliliği yok etmeyle sonuçlanıyor. Organikler üzerindeki artan şirket kontrolü ile bir organik tohum piyasası yaratmayı dayatan yasal mevzuat arasında sıkışmış olan; öte yandan kendi tohumlarını veya kendi çiftçilik koşullarına uyumlu geleneksel tohumları kullanmak isteyen çiftçiler, kendilerini giderek artan biçimde yasadışılığın sınırlarında buluyor. İtalyan Organik Tarım Birliği’den (AIAB) Cristina Micheloni, çiftçilerin seçimini şöyle özetliyor: “Yerel çiftçilik sistemlerine uyan ve pazar tarafından talep edilen ama tohumları sertifikalı organik olarak ulaşılabilir olmayan bir uyarlanmış çeşidi kullanmak; ya da özel olarak yerel koşullara uyarlanmış olmayan ve pazar tarafından özellikle talep edilmeyen bir çeşidin sertifikalı organik tohumlarını kullanmak.” Bu seçim olanağı, tarımsal biyo-çeşitlilik ve sürdürülebilirlik için feci sonuçlar doğuran yasal düzenlemelerdeki değişimle zaman içinde ortadan kaldırıldı. Micheloni ve onun çalışma arkadaşları, İtalya’daki geleneksel çiftçilerin 35 yaygın buğday çeşidi, 60 işlenebilir domates çeşidi ve 56 mısır çeşidine ulaşabildiğini belgelediler. Oysa organik çiftçiler yalnızca -sırasıyla- 15, 7 ve 6 ürün çeşidi arasından seçim yapabilir; kaldı ki bu çeşitler onların çiftçilik sistemlerine uyarlanmış olmayabilir de. Ayrıca, organik sebze çeşitlerinin çoğu hibrittir ve bu da onların çiftlikte çoğaltılma olanağını ortadan kaldırır. Sonuç olarak, çok fazla sayıda çiftçi, kendi çeşitlerini veya yerel çiftçilik sistemlerine uyan ama bir organik olarak ulaşılabilir olmayan diğer çeşitleri kullanabilmek için kendilerine istisna tanınmasını istiyor; fakat bu seçenek, şirketler ve sertifika vericiler onları yasadışılığa itmede başarılı oldukça, giderek artan ölçüde sınırlı hale geliyor. Bu şekilde, organik tohuma ilişkin düzenleme, çeşitliliği arttırmak yerine azaltıyor.

Cristina Micheloni, Kuzeydoğu İtalya’nın tipik bir bitkisi olan radicchio (bir çeşit hindiba) üreten Veneto’lu çiftçilerin durumunu rapor ediyor: “Oradaki çiftçiler yüzyıllardır kendi radicchio çeşitlerini ürettiler; organik olarak sertifika verilmiş ya da resmi olarak tescil edilmiş olanları değil. Yasal mevzuata göre şimdi onların bunu yapmasına izin verilmiyor; fakat onlar, daima yaptıkları gibi, bunu bir şekilde yapıyorlar; bu da onların ürettiklerinin kalitesi bakımından kilit önemdedir. Her çiftçi belirli bir radicchio türünde uzmanlaşır ve bunlardan çok sayıda vardır: radicchio di Treviso, di Verona, Chioggia, di Lusia, di Castelfranco… Onlar tohumları tümüyle gayriresmi olarak kendi aralarında değiş-tokuş eder ve dener. Tüketiciler onları sever ve yüksek fiyatlar öder. Bu şekilde çiftçiler tarlalarda çeşitliliği sürdürür ve kendi çiftçilik koşullarına, çiftçilik tarzlarına ve piyasanın talebine en uygun bitkileri kullanır. Fakat durum giderek daha da zorlaşıyor. Bu çeşitler, çoğu kez yeterince tek-tipli veya istikrarlı olmadıkları için, herhangi bir katalogda tescil edilme hakkı kazanamıyor. Ve onlar tescilli değillerse, yasal olarak yokturlar.

Hiç yorum yok: