28 Haziran 2007 Perşembe

Tohumculuk Yasası Hakkında: "Yaşam Patentlenemez"
28/06/2007 - Açık Radyo

Ömer Madra: Toprak Ana Platformu'ndan Cem Birder'le beraberiz. Hoş geldin Cem.

Cem Birder: Hoş bulduk, günaydın. Nasılsınız?

ÖM: İnsanlık toplayıcı ve avcı dönemi geride bırakıp, tarıma geçtiğinden beri, tohum konusu en temel ve karmaşık konularımızdan biri. Genetik bakımdan değiştirilmiş tohumlar meselesi ile hormonlu tarım meselesi karışıyor, bir de hibrit olarak doğal melezleştirme yapıyorlar. Durum nedir Türkiye'de?

CB: Gerçekten çok katmanlı, yani çok boyutlu bir matriks diyebiliriz tohum meselesine. Bir kaç cümlede sorunu özetlemek çok da kolay değil, ama en azından şöyle diyebiliriz; bir kere ne yazık ki önceliği yok. Sadece Türkiye için değil, tüm dünyada yaşanan günlük yangınlar diyebileceğimiz, ekonomik, sosyal, güvenlik, siyasi olayların arasında güncel bir önceliğe geçemediği için, yedek listede giderek sorun büyüyor. O açıdan tohumu güncel bir sorun olarak incelemek yerine, hayatımızın genelinde, geleceğimizi çok yakından ilgilendireceğinin farkına varıp, düşünmek ve güncel sorunlar ne olursa olsun onu izlemeye devam etmek gerekiyor.

Türkiye'deki tohum kanunu, aslında sorunun sadece küçük bir kısmı, çünkü tohum kanunu çıkmadan önce de Türkiye'de çok ciddi şekilde, özellikle köylük tohumlarda, yerel tohumlarda yaşanan bir erozyon var. Bu büyük ölçüde kanunun da temelini oluşturan, dünyadaki büyük tohum firmalarının sıkı ve güçlü rekabeti ve güçlü bir pazarlama sistemi ile oluşan bir süreç.

ÖM: Tohum firması düşüncesi insana tuhaf geliyor, çok uluslu tohum firması neden oluyor, nasıl oluyor?

CB: Tohum çok yaşamsal bir kaynak, bugün petrol dediğimiz zaman herkesin aklı duruyor, savaşlar çıkıyor ama bir taraftan baktığınızda da alternatifleri olabilecek bir kaynak. Bir çok petrol devi sürdürülebilir enerji kaynaklarına ciddi ar-ge yatırımları yapıyor ve piyasaya yavaş yavaş ağırlığını koymaya başlıyor. Diğer yandan yeni bir takım enerji kaynakları konusunda araştırmalar var, hidrojen gibi veya destekleyici bor gibi bir takım enerji pilleri konusunda çalışmalar var. Dolayısıyla petrolün yakın gelecekte yok olması, dünyada çok ciddi bir kutuplaşma, yani bir zorluk oluşturmayabilir, çünkü bütün bunlar öngörülen bir takım parametreler. Ben o konuda çok da kötümser değilim, çünkü çok büyük yatırımlarla farklı alternatifler oluşturmak her zaman mümkün. Fakat diğer taraftan, tohumun durumu çok farklı, bir başka kaynağın durumundan şöyle farklı, çünkü çok yaşamsal, yani üzerimize iki battaniye daha çekip belki ısınma sorunumuzu halledebilirken, açlık insanın baş edemeyeceği bir sorun.

Dünya ekonomisinde tohum sektörünün diğer sektörler yanında çok büyük bir önemi yok, fakat yaşamsal anlamda en büyük güç, özellikle kısır tohumlar yüzünden dünyanın tüm ülkelerinde gelecekte ciddi bir tehdit haline dönüşebilir. Fiyatlar üzerinde istedikleri gibi de oynayabilirler. Dolayısıyla bizim gıdalarımızın temelini oluşturan tohumlar üzerinde kesin bir hakimiyet kurmaları çok ciddi bir risk oluşturuyor.

ÖM: Kısır tohum kavramını biraz açımlar mısınız?

CB: Kısır tohum zaten tohum firmalarının ayakta kalmasını sağlayan yegâne unsur. Bir domatesi bugün paketlenmiş, etiketlenmiş ithal bir tohum olarak satın alıp da saksınıza ektiğiniz zaman, o ürettiğiniz domatesin tohumlarından ertesi sene domates üretmeniz mümkün değil. Bu kısırlaştırılmış tohumlar, laboratuar şartlarında çok fazla sayıda tohumun çapraz döllemesiyle elde edilen bir teknik neticedir. Bunun ille de genetiği değiştirilmiş olması gerekmiyor, o da ayrı bir konu, ama netice olarak işin özü, bu yaşamın kaynağına sahip olmak, bunun üzerinde patent hakları oluşturmak ve neticede belki on bin yıldır bu topraklarda olan, asıl vatanı bu topraklar olan tohumlarınıza bir şekilde sahip olmalarıyla neticelenen bir süreç.

Avi Haligua: Bu süreç şöyle işliyor galiba, siz gidiyorsunuz mesela 10 adet domates tohumu alıyorsunuz, çok güzel 10 adet domates fideniz oluyor, ama bir dahaki sezonda tekrar 10 adet tohum almanız lazım 10 fide istiyorsanız değil mi?

CB: Evet, ilk baştaki tohum fiyatları ve imkânları son derece toleranslı ve cazip oluyor haliyle, sonrasında işler biraz değişmeye başlıyor. Şimdi bunun ekonomik tarafı bu, yani ekonomik açıdan bir bağımlılık oluşturuyor. Peki bu tohum firmalarının bu satışı yapabilmesinin sebebi nedir? Çok büyük sayılarda yapılan tohum analizleri ve sonuç ilişkilerinden elde edilen verimin, sizin köy tohumlarına göre daha yüksek olabilmesi. "Olabilmesi" diyorum, çünkü belli şartlarda bu sağlanabiliyor. Yani o X, A, B, C firmalarının kendi laboratuar şartlarında sağlanan bu yüksek verim, bir takım ısı, nem, toprak ve su özellikleriyle sağlanabiliyor. Bu şartlar, bu parametreler, hele ki bugünkü iklim değişikliğinde ciddi sapmalar gösterebiliyor. Bunun da örneklerine dünyada rastladık; özellikle Hindistan'da son 8 sene öncesine kadar herkes kendi yerel tohumlarıyla
çalışma yaparken, özellikle Dünya Bankası ve IMF'nin de desteğinde, çok da iyi bir niyetle verim arttırma çalışmaları başladı ve halk tamamen endüstriyel tohumlara geçiş konusunda özendirildi. Neticede yaklaşık 25 bin çiftçi intihar etti, çünkü gördüler ki kendi yerel tohumları ile, bu aldıkları verime hiçbir zaman ulaşamadılar, üstüne üstlük bu tohumları alabilmek için ciddi borçlanma içine girdiler ve bu borçlanma sonucunda ürün alamadıkları için borçlarını ödeyemez hale geldiler. Biliyorsunuz Hintlilerin inanışlarında reenkarnasyon çok güçlü, gelecek yaşamda daha iyi bir noktaya gelebilmek düşüncesi ile pek çok intihar oldu çiftçiler arasında.

ÖM: Mesela tarım ilacı içerek filan intihar etti pek çok çiftçi maalesef.

CB: Tohum konusu çok geniş bir konu, bunun içinde çeşitlilik meseleside var, yani sadece ekonomik açıdan çiftçiyi zor durumda bırakmak değil, yaşamsal anlamda, doğa, çevre açısından biyoçeşitliliğin çok ciddi erozyona uğraması söz konusu. Çünkü yerel tohum dediğiniz zaman,
çok dar kapsamlı bir alanda dahi çok çeşitli sebze tohumlarına rastlamak mümkün bugün dünyada. Örneğin bugün Türkiye'de özellikle bu yerel tohumlar konusunda çalışmalar yürüten bazı STK'lar var. Bunlarla olan görüşmelerimizde ifade edildiğine göre, çok dar alanlarda, mesela
50 km. çapında alanlarda bile bir kaç çeşit fasulye, bir kaç çeşit domates yerel tohumuna rastlayabiliyorsunuz. Düşünün ki bunu bir Türkiye coğrafyasında 3 veya 4 çeşit domatese indirgerseniz, belki bu 300 yılda oluşmuş, çünkü aslında domatesin anavatanı Türkiye değil,
ama buna rağmen Türkiye'de gelişme göstermiş son 300-500 yılda, ama mesela buğday söz konusu olduğunda, binlerce yıldır Türkiye'de gelişmiş yüzlerce çeşidin ortadan kaldırılması çok ciddi bir biyoçeşitlilik kaybı.


ÖM: Tabii türlerin de zayıf düşmesine, yani büyük bir kıran durumunda
da dayanıksız olmasına da neden oluyor.

CB: Kesinlikle.

ÖM: Sırf zenginlik, hoşluk olsun diye biyoçeşitliliği savunuyor değiliz.


CB: Tabii, bu bir denge ve böylece doğal dengeyi bozuyorsunuz. Bu konuda yapılan uyarılar var; Meclis'ten Kasım ayında geçen kanunun öncesinde, Avrupalı çiftçiler TBMM'ye bir mektup yolladılar, dediler ki; "biz bu hatayı yaptık, küçük çiftçiler olarak çok büyük zararlar gördük, Kıta Avrupası'nda çok büyük bir biyoçeşitlilik kaybı yaşandı, Kıta Avrupası kadar büyük bir bitki çeşitliliğine sahip, -12 bin çeşit bitkinden bahsediliyor, 2500-3000 endemik türden söz ediliyor sadece bu coğrafyaya ait türler olarak- Türkiye gibi zengin bir coğrafyada siz bu kanunu çıkararak bindiğiniz dalı kesiyorsunuz."


ÖM: Tohum Kanunu'nun asıl öngörülen zararlı tarafı nedir?

CB: Tohum kanununun en ciddi kısıtlarından biri, sertifikasız tohumların ticaretini engellemesi. Düşünün, biraz önce örneğini verdiğimiz yüzlerce çeşit köylük tohumuna sahip bir coğrafyada, her sebze için veya bazı sebzeler için bizim köylerimizin, köylülerimizin, çiftçimizin bu tohumları alıp sertifikalandırmak sürecine girmeleri mümkün gözükmüyor. Böyle bir pratik imkân yok, çünkü bir tohumu sertifikalandırmanız için yapılması gereken çok ciddi bir ön çalışma var. Bu tohumun bazı ön koşullar taşıması gerekiyor, dolayısıyla o ön koşulları taşımayan tohumların da sertifikalandırılması mümkün değil.

Ön koşulların taşınıp taşınmadığı analizler sonucu ortaya çıkıyor. İngilizce'de 'distinct', 'uniform' ve 'stable' kelimelerinin, -yani farklılık, yeknesanlık ve durulmuşluk-sözcüklerinin baş harflerinden
oluşturulan 'DUS' kısaltması ile tanımlanan bir standar var; yani benzer genetik yapıdan farklı bir tür olacak ama kendi içinde bir yeknesanlık özelliği taşıyacak ve durulmuş olacak. Yani bir
jenerasyondan diğer jenerasyona değişim oluşturmayacak. Bu ciddi bir araştırma, bizim köylük tohumlarımızın gerçekten sertifikalandırılabilir olup olmadığının tespit edilmesi pratik olarak
mümkün değil. Dolayısıyla sertifikalandırılmamış tohum satışını kısıtlayan bir kanun kesinlikle Türkiye'ye zarar verecektir. Bunun başka bir alternatifi yok.

ÖM: Böyle bir kanun çıktı, öyle mi?

CB: Evet.

ÖM: Avrupalı çiftçilerin uyarısına rağmen.

CB: "Bu kanunu çıkartmayın, aman çok dikkat edin, biz bunun zararlarını hâlâ saramadık" dediler. Düşünün ki kaybedilmiş bir çeşidi tekrar üretmeniz de mümkün değil. Dolayısıyla bu geri dönülmez bir durum. Bu uyarıları yaptılar. Meclis bu uyarıları dikkate almaya çalıştı ve ne yazık ki her şeye rağmen kanun şu anda yürürlüğe girdi. Fakat bazı STK'lar, ki bunun içinde TEMA var, Anayasa Mahkemesi'ne bir başvuru yapılmasına destek oldu, ve şu anda Anayasa Mahkemesi kanunu inceliyor. Tekrar revize edilebilir.

ÖM: Bu önemli. Mecliste, uzmanların, çiftçi temsilcilerinin de katıldığı etraflı bir tartışma yapılmadan bu kanunun geçmesi düşündürücü.

CB: Bir farkındalık eksikliği olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz, bunu hem medyada gördük, hem Meclis'te gördük. Türkiye'deki üniversitelerde de bunu hissediyoruz. Bu konuya gereken ilgi gösterilmedi. Bilgisizlik ve ilgisizlik var.

Fakat bu kanun aslında her şeyin başı ve sonu değil. Bu kanuna rağmen, daha doğrusu bu kanunun benzerlerine rağmen Avrupa çok yol aldı. Avrupa'da da çok benzer kanunlar var, fakat buna rağmen küçük çiftçi örgütleri kendi yerel ürünlerinin değerlendirilmesinin ve sağlıklı
ürünler olarak halka sunulmasının yöntemlerini geliştirmiş durumda, dolayısıyla
eğer tüketici bu ürünlere ulaşabilmenin yollarına varabiliyor ve görebiliyorsa bu mekanizmanın kurulması mümkün. Bence asıl mesele bu; yani toplumun sağlıklı ürünlere nasıl ulaşabileceğini
düşünüp, bunun fırsatlarını oluşturması önemli. Üreticinin tüketiciyle ve tüketicinin üretici ile tanışması gerekiyor, çünkü üreticisini tanıyan bir toplum, her şekilde onu sorgulayabilir ve elde ettiği iyi gıdaların, sağlıklı ürünlerin de peşini bırakmaz. Ama bugünkü sistemde, üretici ile tüketicinin tanışma fırsatı çok düşük.

ÖM: Bu çok önemli bir nokta. Bölgesel ekonomik pazarlar, tüketiciyle üreticiyi, çiftçiyi buluşturan orta ölçekli bir toplumsal çözüm herhalde…

CB: Hem ekonomik açıdan, hem sosyal açıdan çok doyurucu. Çünkü üreticinin de yegâne kaygısı para değil, çünkü öyle olsaydı bu topraklara bu kadar nesiller boyu sahip çıkma dürtüsü oluşamazdı. Bu dürtüyü ayakta tutacak önemli etkenlerden biri de sosyal doyumdur,
üreticisine saygı gösteren bir toplumdur.


ÖM: Mutluluk faktörü üzerine de şimdi iktisatta çok duruluyor.

CB: Bunu çok fazla duyacağız diye düşünüyorum, aslında iktisat sonsuz kaynaklar üzerine hesaplarını yaptı, ama bu kaynakları tükettikçe mutluluğun ve sosyal değerlerin önemi artacak.


ÖM: Biraz önce Ekonomi Notları'nda Hasan Ersel'le konuşurken bana çok doğru gelen bir şey söyledi; yapılan araştırmalarda bencillik ön planda gelmiyormuş, yani insanların çoğunlukla, "daha çok para kazanayım, daha çok mal mülk edineyim" değil, tersine, daha çok,
"komşuma yardım edeyim" duyguları birinci planda geliyormuş, ama Hasan Ersel dedi ki, "yalnız ekonomide, 'insan bencildir' varsayımı ile gidersen hesap yapmak çok daha kolay oluyor."

CB: Kapitalist sistemin ön şartlarından veya temel taşlarından biri, toplumsal olarak bencillik duygusunun oluşturulması. Ama biz inanıyoruz ki, bu topraklarda insanlarımızın da genetiğinde kalan bazı değerler var, örneğin bu bahsettiğiniz kültürel dayanışma duygusu, bunun da parayla ölçülebilen bir tarafı yoktur.

AH: Belki bunun parayla ölçülen bir tarafını yaratarak sistemin içinde varolmak daha kolay olmaz mı?

CB: Zaten sisteme tamamen karşı olmak çok ütopik ve gereksiz benim şahsi görüşüme göre. O bakımdan muhakkak sistemle uyumlu, çok karşı durmayan, ama diğer değerleri de yok saymayan bir yapı üzerinde ilerlemek gerekiyor.

ÖM: Mesela Bangladeş'te ve Hindistan'da, tohum üretici birlikleri kendi aralarında böyle alttan yukarıya doğru baskı yapan dayanışma birlikleri kurmuşlar ve oldukça başarılı sonuçlar da elde etmişler.

CB: Kesinlikle. Bu hem alttan yukarı doğru bir baskı, ama hem de yukarıda da bazı öngörülü akademisyenlerin profesyonellerin desteğinde gelişiyor, özellikle Hindistan'da Vandana Shiva bu konuda ciddi bir isim. Bazı tetiklemeler muhakkak şart, bu buluşmaları gerçekleştirmek için de ayrımcılık yapmamak ve çiftçinin tüketiciyle, üreticinin tüketiciyle buluşması çok çok değerli.

Bir ufak not eklemek istiyorum bu kanunla ilgili; AB uyum yasalarında çıkarıldı biliyorsunuz Tohumculuk Kanunu, ama bu kanun, AB üyeleri içinde özellikle Yunanistan'ın karşı koyduğu bir kanun. Bugün üye olan 4 devlet, ki bunlar Yunanistan, Lüksemburg, Malta ve Kıbrıs Rum
kesimi, bu kanunu ülkelerine sokmadılar. Tabii diğer 3 ülke küçük, ama özellikle Yunanistan'ın buna karşı koyabiliyor olması, kanımca Türkiye'deki hem bakanlık ve seviyesindeki yetkililerin hem de akademisyenlerin STK'ların araştırması ve ilişki kurması gereken bir konu.

ÖM: Malta ve Kıbrıs küçük olabilir, hele Rum kesimi Kıbrıs'ın yarısı diyelim, fakat Lüksemburg da küçük olmakla beraber zengin, çok önemli bir ülke.

CB: Biyoçeşitlilik açısından baktığınızda Yunanistan Türkiye'ye daha benzer bir yapıda ve oradaki küçük çiftçi örgütleri bu konuda çok ciddi ses çıkardılar ve bu kanunun ülkeye girmesini engellediler. Çok ciddi bir baskı var AB'de Yunanistan'a bu konuda, "sen AB üyesisin, bu
kanunu
kabul etmelisin" şeklinde, ama biz üye olmadığımız halde bu kanunu çok çabuk geçirdik. Bu kanunun kaldırılamaması veya iptal edilememesi durumunda bile şu anda yapılması gereken şeyler var. Yönetmelikler üzerinde çalışmalar sürüyor Bakanlık'ta. Dolayısıyla bu yönetmelikler üzerinde katılımcı bir grup oluşturmak çok çok önemli.

ÖM: Tohum Kanunu ne aşamada şimdi?

CB: Kanun şu anda yürürlükte. 7 Kasım 2006 tarihi itibariyle Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi, ama yönetmelikleri henüz hazırlık aşamasında.

ÖM: Peki TEMA'nın başını çektiği, itiraz ne aşamada?

AH: İtiraz noktası ne?

CB: Çeşitli itiraz noktaları var; bunun temelini "yaşam patentlenemez" ana fikri oluşturuyor. Çok detaya giremiyoruz, ama onun altında da Tohumcular Birliği konusu, ticari sınırlamalar var, sertifikasyon süreçlerinde yapılması gerekenler var. Hepsiyle ilgili küçük küçük itirazlar var, ama asıl mesele "yaşamın patentlenemez" oluşu, yaşamın bize sunduğu bir kaynağı, bazı kişilerin patentleyip elimizden almasına engel olmak.

ÖM: Cumhurbaşkanı bunu geri göndermiş miydi?

CB: Hayır, bunu ne yazık ki geri göndermemişti, ama yönetmeliklerle bir takım sorunları çözebileceğimizi düşünüyorum. Yeter ki bunu bir toplumsal bir farkındalığa dönüştürelim. Gerçekten yaşamsal önemde ve geleceğimizi etkileyen, çocuklarımızı etkileyen, ülkemizdeki
biyoçeşitliliğimizi etkileyen bir konu.

ÖM: Beni en çok düşündüren konulardan bir tanesi, insanın tarıma, yerleşik düzene geçmesinden bu yana, bu topraklarda başlayarak, Mezopotamya'da , Çin'de vs. en az 8 bin yılda, hatta belki 10 bin yılda oluşan bütün bu çeşitlilik ortaya çıkarken, patent yasaları olmadan idare etmiş insanlık, şimdi nasıl onsuz idare edemiyoruz, onu anlamıyorum?

CB: Büyük bir güç söz konusu, bu gücün kim olduğunu bilemiyoruz ama o büyük güç her şeyi biraz altüst edebiliyor.

ÖM: Batılı beyazlar olmasın bunlar? Toprak Ana Platformu'ndan Cem Birder'le, tohumlarımıza ne olacak konulu bir söyleşi yaptık. Çok teşekkür ederiz.

CB: Ben teşekkür ederim bu konuya yer verdiğiniz için.

(21 Haziran 2007 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: